Aşağıdaki yazı, Hrant Dink vurulduktan bir süre sonra Nokta Dergisi'nde Ümit Bayazoğlu imzasıyla ve "Trabzon" başlığıyla yayınlandı. Ciddi ve önemli ayrıntılar içeriyor. Zaman ayırıp okumakta fayda görüyorum. Bugün bir türlü anlayamadığımız, içinden çıkamadığımız bazı soru(n)ların ipuçları bu yazıda gizli. Yazıdaki vurgular bana aittir.
**********
Hrant Dink cinayetinin failleri Trabzonlu diye şimdilerde hemen herkes Trabzon'a dair atıp tutuyor. Trabzon'daki kötü gidişatı kimi Mc Donalds'ın bombalanmasından, kimi TAYAD'lıların linç girişiminden, kimileri de papaz cinayetinden başlatıyor. Biraz daha uzak görüşlüler 12 Eylül cuntasını, daha da uzak görüşlülerse "küresel liberalizmi" suçlu çıkarıyorlar. Bunların hesabına göre, Trabzon'da bugün olup biteni anlamak için son 20-25 yıllık geçmişe bakmak kafi. Halbuki Trabzon'u gerçekten anlamak için biraz daha eskilere gitmek, onun Osmanlı düzeninden Cumhuriyete geçerken yaşadığı değişimleri derinlemesine bilmek gerek.
Bunun için şimdi hep birlikte General Sami Sabit Karaman'ın peşine takılıp Trabzon'a gideceğiz. Çekinmeyin gelin, Şark Cephesi kumandanı Kazım Karabekir Paşa'nın misafiriyiz. Sami Sabit, 1921 yılında Karabekir Paşa'nın tavsiyesiyle Trabzon'da vali vekili olarak işbaşı yaptığında, makam odasının penceresinden bakınca şöyle bir tablo ile karşılaşmıştı: Şehir buram buram tütüyordu. Herkes korku içinde tetikte, herkes pusudaydı. Kanlı bir ganimet kavgası yaşanmıştı bu şehirde.
O sırada bu şehirde neredeyse hiç kimse oturduğu evi kendi yapmamıştı, işlettiği dükkanın ilk sahibi değildi. 1912'den 1920'ye kadar ekonomiyi döndüren sermaye ve bütün tapular el değiştirmişti. Ama hiç kimse bu hengamede 'ele geçirdiği mülkün geleceğinden emin değildi. Buralardan kovulan Rum ve Ermenilerin Sevr teslimiyet anlaşmasından sonra geri dönecekleri ve intikam alacakları korkusu kentin kabusu haline gelmişti. Bu süreçte aslında bir imparatorluk yıkılıyordu, Sami Sabit'in makam odasından görünen de bu yıkıntının Trabzon sahnesiydi.
Oysa Birinci Dünya Savaşı başlayıncaya kadar Trabzon'un keyfi yerindeydi. Karadeniz'in bu işlek liman kentinde ekonomik güç silme Rum ve Ermeni ahalinin elindeydi ve kent "altın devrini" yaşıyordu. Yalnız Trabzon'da değil, Samsun'dan Batum'a kadar önemli tüm yerleşimlerde durum böyleydi. Müslüman nüfus ise hem çok yoksul, hem de azınlıktaydı.
İttihat ve Terakki Partisi bu sıralar müttefiki Almanya'nın çıkarları doğrultusunda "Turan" idealini parlatmakla meşguldü. Nihayet Başbuğ Enver Paşa hedefi tayin etti: Önce onlarca seneden beri "Rus mezalimi altında inim-inim inleyen Erzurum,Erzincan, Ardahan, Kars gibi şehirler kurtarılacak, sonra da oradan Türkistan'a uzanılacaktı! Bu projenin merkez üssü Trabzon seçilmişti.
Sami Sabit Trabzon'a ulaştığında beklentisinin tersine imar edilmiş bir şehir bulmuştu. Ruslar işgal yıllarında yerli halkı kazanmak için Osmanlı idaresine göre daha demokratik bir düzen kurmuştu: Mesela halk yerel yöneticilerini kendileri seçiyordu. Vergi vermiyordu, askere alınmıyordu, Ruslar buralara o kadar kalıcı niyetlerle gelmişlerdi ki, bunun göstergesi olarak pahalı ve kalıcı yatırımlara girişmişlerdi. Mesela Trabzon'a liman yapmışlardı, demiryolu getirmişlerdi, (bazıları bugün dahi kullanılan) çok sayıda kamu binası, askeri kışla ve garnizonlar yapmışlar, Samsun'dan Artvin'e kadar şose yol bağlantısı kurmuşlardı. Keza çok sayıda postane, hastane, aşevi ve okul açmışlardı. Bu işler için gerekli olan emek gücü, yörenin sefaletten kırılan Müslüman ahalisine istihdam yaratmıştı.
Ama Rusya 1917 Sovyet Devrimi'nden sonra "bütün ağırlıklarını" geride bırakarak savaş alanından çekilince yörede oluşan otorite boşluğu, uzun işgal yıllarının kanlı bir hesaplaşmasına dönüşmüştü. Müslüman ahali ile Hıristiyan ahali arasında yaşanan kapışmaya İttihat ve Terakki Partisi, Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla el koydu. Birkaç yıl önce gizlice kurulan ve ilk icraatlarını Balkan Savaşı'nda sergileyen Teşkilat-ı Mahsusa, Trabzon ve havalisinde Rum ve Ermenilere karşı örgütlenmiş çeteleri kendi otoritesi altında birleştirdi. Şartlı af ilan edildi, cezaevlerinden serbest bırakılan mahkumlar örgüte katıldı. Yakalanan asker kaçakları da affedilerek örgüte alındı. Böylece bin kişilik bir ordu kuruldu. Sonra işgal yıllarında Ruslarla "işbirliği yapmış" Hıristiyan tebaanın yöreden "sevkine" direndikleri haldeyse "imhasına” girişildi.
Trabzon'da bunlar olup biterken Mustafa Kemal ve arkadaşları, Erzurum-Sivas kongrelerini yapmış, Ankara'da geçici bir Millet Meclisi kurmuştu. İttihat Terakki Partisi kapatılmış ama önde gelen milletvekilleri kaçarak (40 kişi) Ankara'da oluşan yeni meclise dahil olmuştu. İttihatçıların nezdinde Mustafa Kemal Paşa geçici bir liderdi. Onlar sürekli irtibat halinde oldukları Enver Paşa'nın emrindeydiler ve günün birinde onun Trabzon üzerinden Anadolu'ya gireceği ve hareketin başına geçeceği beklentisi içindeydiler.
Teşkilat-ı Mahsusa halen Trabzon'da faaliyetteydi. Enver Paşa'nın akrabası Halil Paşa ile ittihatçıların Ermeni katliamı sorumlularından "Küçük" Talat, postu Trabzon'a sermişti. Bunların idaresinde Kayıkçılar Kethüdası Yahya, Ali Şükrü (milletvekili), Hafız Mehmet, Hilmi Bey (milletvekili), Barutçuzade Ahmet Bey, imam Rahmi, Hatipzade Emin, Fethi, Fazıl, Zekeriya beyler artık "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" namına kafa koparıyorlardı. Cemiyetin başlıca gelir kaynağı Trabzon iskelesiydi. Kayıkçılar Kethüdası Yahya, Trabzon limanı Rumların elindeyken hamallıktan kahyalığa terfi etmişti.
Vali Vekili Sami Sabit 1921 Mart'ında göreve başladığında karşısında işte böyle bir Trabzon bulmuştu. Ve önünde Kazım Karabekir Paşa'dan henüz gelmiş şu telgraf duruyordu: 'Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni dağıt. Halil Paşa'yı Trabzon'dan kov, "Küçük" Talat'ı ve Kayıkçılar Kethüdası Yahya'yı yakala!" Bu temizliğin ciddi bir gerekçesi vardı. Çünkü o sıra Enver Paşa Batum'a gelmiş, oradan Trabzon'a geçmek üzere fırsat kolluyordu. Mustafa Kemal'e sadık Karabekir Paşa, bu tehdit karşısında teyakkuz halindeydi. Artık Trabzon'a ne girmek de ne de çıkmak mümkündü. Zavallı Mustafa Suphi ve arkadaşları da işte bu karmaşada boğularak yok edildiler.
Sami Sabit, kısa zamanda Trabzon'u haraca kesen Teşkilat-ı Mahsusa artıklarını temizledi. Böylece otorite çeteden ordunun eline geçti. Savaş boyunca liman geliri için rehin tutulan tüccarlar da bu fırsattan istifade kenti terk ettiler. Böylece Trabzon'da artık,"sevke tabi azınlık" kalmamıştı.
Bu sırada Karabekir Paşa'dan Trabzon Vali Vekili Sami Sabit Bey'e bir telgraf daha geldi. Paşa, "Trabzon'da yeni olduğunuz için şimdiye kadar cereyan eden durumlardan sizi biraz aydınlatmayı münasip gördüm" diyerek söze başlıyordu. Sonra maddeler halinde Trabzon'a dair çekincelerini sıralıyordu:
1-İstanbul işgal edildiği günlerde Ankara'da kurulan Milli Hükümet'e temsilci seçmek için düzenlenen seçimlere Trabzonlular katılmayarak Milli Hükümeti tanımadılar.
2-İstanbul'da Şeyhülislamın Mustafa Kemal ve arkadaşlarının katli için verdiği fetvaya karşılık olarak Anadolu ulemasının çıkardığı fetvayı Trabzon müftüsü imzalamadı.
3-1920 senesinde (nasılsa sağ kalabilmiş) Ermeni bakiyesini Rusya'ya sürmek için girişilen harekatta çok ihtiyaç duyulmasına rağmen Trabzon'daki ordu gücünden yararlanılamadı. Çünkü Trabzon'daki muhtelif cereyanların kabarmasına meydan vermemek için ordu seferberlikten müstesna tutuldu.
4-Mütareke sonrasında Trabzon ambarlarında mevcut mühimmatın kaçırılması veya imha edilmesi gerekirken İngilizlere teslim edildi.
5-Pontusçular'ın propagandaları neticesinde, Yunanistan'ın Trabzon'u işgal edeceklerine kanaat getiren bazı Trabzonlular, derhal Rumlarla birbirini himaye edeceklerine dair teminat alıp verdiler.
6-Bütün bu vakalar, buhran devremizde şahsi emelleri peşinde ortaya atılan ve bilahare Müdafaa-i Hukuk kisvesine bürünen şahsiyetlerin telkinlerinden ileri gelmiştir.
7-Trabzon'un sahilde bulunması ve dış etkilere maruz kalması, oradaki birliği ihlal etmekte ve bu yüzden Trabzon tarihi lekelenmektedir.
8-Askeri kesimin bu muhalefetten dolayı çektiği müşkülat, savaş meydanlarında uğradığı müşkülattan az değildir.
9-Milli istiklalimizin Üçüncü yıldönümünde dahi birliği ihlal edecek muhalefetler yapılmasına mani olmak hususunda mülkiye ve askeriyenin el ele yürümesi mühim ve zaruridir.
10-Bundan böyle Trabzon'da cereyan etmiş hadiselere maza ma maza (geçen geçti, olan oldu) diyeceğiz ve el ele verip bunların tahribatını örteceğiz.
Şark Cephesi Kumandanı
Kazım Karabekir.
Ben şimdi tüm bunları neden yazdım?
Sırf şu fiyakalı lafı edebilmek için:
Dünü bilmeden bugünü anlayamazsınız.
Yararlanılan kaynak:
Genera/ Sami Sabit Karaman / 1921 - 1922 Trabzon ve
Kars Hatıraları, Arma Yayınları..