Mayıs 96'nın sosyo-politiği...
Bülent Şirin

Mayıs 96'nın sosyo-politiği...

Advert

Türkiye’de adam akıllı bir futbol sosyolojisi olsa, Trabzonspor’un 5 Mayıs 1996 ve sonrasında içine girdiği (ve hâlâ çıkamadığı) travma mükemmel bir araştırma malzemesi olurdu. Ne yazık ki öyle bir şey yok ve hâttâ futbol üzerine yazılmış kitaplar bile son derece sınırlı. Olanlar da ilgi görmüyor.

Trabzonspor’un o sezon başına gelen, ondan önce ve sonraki tarihlerde yerli yabancı başka takımların da başına gelmiş ama onlar bu kadar büyük sarsıntılar yaşamamışlar, kısa sürede olayın etkisinden kurtuluvermişlerdi. Bu açıklanması zor farkı teşhis ve tespit edebilmemiz için, gözlerimizi saha dışına çevirmemiz gerekiyor.

Gerekiyor, çünkü bu vak’a futbolun asla sadece futbol olmadığının mükemmel bir örneğini teşkil eder. İşler sadece saha içinde olup bitseydi ve Trabzonspor meşin yuvarlağın kaprislerinden ötürü kaybetseydi, nikah masasından kaçan gelin misali giden şampiyonluk kesinlikle bu kadar büyük bir etki yapmazdı.

Şimdi zamanda biraz geriye gidip, o günleri hatırlamaya çalışalım. O günler, Avrupa’nın saygın gazete ve dergilerinde Türk bayrağıyla uyuşturucuyu sembolize eden enjektörün birlikte kapak yapıldığı günlerdi. Ciyak ciyak ciyaklamıştık tabii. Haçlılar yine Milli onurumuza dokunmuşlar, bizi küçük düşürmeye çalışmışlardı(!) Halbuki Türkiye’de dönen kara parayı gizlemeye bile gerek görmüyordu bu trafiği idare edenler ve o trafikten “komisyon”larını alanlar. Nitekim “o maç”tan 6 ay kadar sonra aşırı yükü kaldıramayan hatlar Susurluk yakınlarında patlamış, ortalık yere saçılan (ve aslında buz dağının görünen kısmı bile olamayacak) pislikler herkesi dehşete düşürmüştü.

Bu trafiğin önemli yollarından biri de futboldaki transfer pazarının tam içinden geçiyordu işte. O dönemde Türkiye’de gerçekleştirilen transferlerde zikredilen rakamlara bir göz atılırsa sanırız ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Yoksa 1996 fiyatlarıyla Türkiye’de 10 milyon dolarlık futbolcu mu vardı? Bırakın 1996’yı, şimdi var mı?

Meselenin bir ikinci ayağı uluslararası boyutudur. Sonraları yaptığına çok pişman olacak olan futbolun patronları, o günlerde futbolun içine daha fazla para sokmak için bastırdıkça bastırıyorlardı. Şampiyonlar Ligi kurulmuş, ilk yıllarda takım sayısı birkaç kez arttırılmış, Türkiye’de de havuz sistemine geçilmişti. Daha fazla seyirci, daha fazla hasılat, daha fazla yayın geliri, daha fazla reklam, daha pahalı ve flaş transferler… Ne de olsa anlı şanlı tarihlerinde Napolyon diye biri ve ünlü sözü vardı onların.

İşte bu ahval ve şerait içerisinde Trabzonspor gibi bünyesinde 8-9 tane yerli milli futbolcu barındıran, bu oyuncuları üç kuruş paralara oynatan, sezon ortasında ihtiyacı olduğu bir mevkiye küçük bir fark yüzünden transfer yapmayı reddeden bir takımın şampiyon olması son derece kötü bir örnek teşkil edecek, “demek ki fazla para harcamadan da başarılı olunabilir” diye bir kanaat hasıl olacaktı. Sonra o pahalı transferler olmasa kara trafik ciddi surette tıkanabilirdi.

Maçtan birkaç gün önce 1 Mayıs gösterilerinde İstanbul Kadıköy’ün altı üstüne getirilirken seyreden devlet, işte bu sebeplerden Doğu Karadeniz’i neredeyse olağanüstü hal bölgesi ilan etmişti. Bir futbol maçı için bu kadar yoğun güvenlik önlemi alınması nasıl olur da kimsenin dikkatini çekmez, hiçbir zaman aklım almamıştır. Ondan önce ve sonra tansiyonu yüksek bir çok maç oynandı ama böyle bir şey görülmedi.

 

Bütün safiyane duygularıyla 12 yıl aradan sonra gelecek şampiyonluğu bekleyen Trabzon(spor)lu elbette kara para trafiğini ve FİFA ile UEFA’nın ince hesaplarını düşünecek halde değildi. Fakat bu “güvenlik önlemleri”nden çok incindi. Vatan, Millet, Bayrak denince kurşun asker gibi ayağa fırlayan ve hiç tereddüt etmeden koşan Trabzonlu bu muameleyi hak edecek ne yaptığını bir türlü anlayamadı. Devletten yol, su, elektrik, telefon, köprü, baraj beklemiyordu halbuki. Onları gücü yettiğince kendi çabalarıyla yapmaya çalışıyordu ve hiç de gocunmuyor, neşe ve yaşama sevincinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Tek istediği sonuna kadar hak ettiğine inandığı şampiyonluktu, o da kolu bükülerek elinden alınmıştı.

Velhasıl-ı kelâm, Trabzon(spor)lu kayıtsız şartsız her daim yanında yer aldığı, emrine koştuğu devletten böyle bir muamele görünce ağır bir bunalıma girdi. Bunalımı atlatmak için ne yapacağını da bilmiyordu, çünkü hiçbir zaman azınlık psikolojisiyle yaşamamış, kendini her zaman aslî unsur saymıştı.

Travmanın etkileri hâlâ sürmektedir. Öyle sanıldığı gibi bir şampiyonluk da her derde deva olmayacaktır. Rehabilitasyon süreci sabırlı ve uzun soluklu bir gayret istemektedir. Özelde Trabzonspor’un kurumsallaşma çabalarına ara vermeden devam etmesi, genelde Trabzon şehrinin devletten hakkı olan yardım, yatırım ve desteği almak için (yasal sınırları hiçbir zaman çiğnemeden) bütün dinamiklerini harekete geçirmesi ve sürekli hareket halinde tutması gerekmektedir.

DİĞER YAZILAR
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg