TDF çatısı kimi örtüyor?

Bir STK, hitap ettiği kitlenin ihtiyaç ve talepleri neyse onları karşılamaya yönelik faaliyetler gerçekleştirmelidir. Şu anda bu ihtiyaç ve taleplerde ön sıralarda horon ve eğlencenin olmadığı açıktır.

SİVİL TOPLUM - 2018-03-27 19:16:23

Advert

Bir önceki yazımızın son bölümünde İstanbul’daki Trabzon’un dağınıklık ve kopukluğuna İTO seçimlerinde farklı listelerde mücadele ettikleri halde birbirlerinden haberleri bile olmayan iki hemşehrimizin başrolünde olduğu çarpıcı bir örnek vermiş, bu konuda en büyük görevin TDF’ye düştüğünü iddia etmiş, bir sonraki yazımızı buna ayıracağımızı bildirmiştik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

TDF (Trabzon Dernekleri Federasyonu), İstanbul’da Trabzon adına faaliyet gösteren hemşehri derneklerinin çatı kurumu olarak kabul ediliyor, en azından kendi iddiası bu yönde. Yani hayli ağır bir görev üstlenmiş durumda. Acaba bu görevi yerine getirebiliyor mu? Ya da ne kadar getirebiliyor?

Bunun cevabını aramak için, önce bir hemşehri STK’sının günümüzde ne tür faaliyetler gerçekleştirmesi gerektiği üzerinde biraz duralım. Aslında formül gayet basit: STK’nın hitap ettiği kitlenin ihtiyaç ve talepleri nelerse onları karşılamaya çalışmalı. Nedir onlar?

Çocuklarını iyi okullarda okutmak ya da iyi bir işe yerleştirmek,

İş kurmak ya da işini büyütmek,

(Siyasette, ticarette, akademide, bürokraside vs.) kariyer yapmak,

Devlet kapısına yolu düştüğü zaman elinden tutacak birini bulmak,

Rastgele aklımıza gelenler… Bunlara başka maddeler de eklenebilir.

Çatı kimi örtüyor?

Pekâlâ, TDF’nin üyesi olan derneklerin mensuplarına yönelik bu alanlarda herhangi bir çalışması var mı? Mesela bir ara meslek grupları (Trabzonlu doktorlar, mühendisler, hukukçular) toplantıları yapılıyordu. Sonra nedendir bilinmez, toplantıların arkası kesildi. Derlenen iletişim bilgilerinden somut bir sonuç, bir fayda sağlandı mı? Bu meslek gruplarının kendi aralarında ya da diğerleriyle bir tür ilişkiler ağı oluşturulup, hemşehriler arası bir dayanışma-yardımlaşma süreci başlatılabildi mi? Haberimiz yok. Olsa duyardık.

Geldiğimiz nokta, bir önceki yazının son bölümünde verdiğim ve bu yazının başında tekrarladığım İTO seçimleri örneğidir. Bu kadar önemli bir kurumun seçimlerine giren insan sayısı bellidir. Trabzonlu sayısı da fazla değildir. Yani sınırlı sayıda kişiden bahsediyoruz. Ve bu insanların birbirinden haberi yok. TDF meslek grupları toplantılarını niye yaptı o zaman? Hiç değilse bu hemşehrilerimiz arasındaki iletişim ve mümkünse koordinasyonu sağlaması gerekmiyor muydu? Bunu “çatı” kuruluşu olan TDF yapmayacaksa kim yapacaktı?

TDF kaç kişiye iş bulmuş, kaç Trabzonluyu bir yerlerde işe yerleştirmişti? İşte cumartesi günü yapılan toplantıda (derneğin asli görevleri arasında böyle bir şey bulunmadığı halde) Kuzey Yıldızı Trabzonsporlular Derneği Başkanı İsmail Turgut Öksüz (aklımda yanlış kalmadıysa) 174 tane Trabzonlu genci işe yerleştirdiğini açıklamıştı. TDF Genel Başkanı Mustafa Demir ve bazı yöneticileri de orada bunu kulaklarıyla duymuşlardı. Acaba hiç “Bunu aslında bizim yapıyor olmamız gerekirdi” diye bir düşünce akıllarından geçmiş miydi?

Tekrar edelim, çünkü çok önemli: Bir STK, hitap ettiği kitlenin ihtiyaç ve talepleri neyse onları karşılamaya yönelik faaliyetler gerçekleştirmelidir. Yukarıda ilk aklımıza gelenleri saydık.

Bir STK kalkıp şunu diyebilir mi?

Ey Bülent Şirin, senin aklın nerelere gitti? Ne iş bulması, ne kariyeri? Bizim vazifemiz kültürümüzü yaşatmak, gerisi bizi ilgilendirmez. İŞ-KUR mu burası?

Hangi kültürü korumaya çalışıyorsunuz?

Tamam, bir an için öyle olsun diyelim. Peki hangi kültürü koruyorsunuz siz, bir anlatın bakalım. Etkinliklerde çıstaklı ritmlerle harmanlanmış elektronik kemençe sesinden başka bir şey duymuyoruz. Trabzon kültürüyle ilgili bir çalışma, bir kitap, bir araştırma? Belki geçmişte bir iki tane. Onların da kalitesi fena halde tartışılır.

Bakınız, başta TDF olmak üzere derneklerimizin ezici çoğunluğu hâlâ 40-50 yıl öncesinin ihtiyaç ve taleplerine göre dernekçilik yapıyorlar. O zamanlar gurbette yaşayan hemşehrilerimiz hem sayıca azdı hem de asırlardır yaşadıkları memleketlerinden kopup  gelmişlerdi. En büyük ihtiyaç, içinde kaybolmaktan korktukları büyük şehirde kendileriyle benzer pozisyonda olan insanlarla (yani hemşehrileriyle) bir araya gelerek yalnız olmadıkları duygusuna sahip olabilmek, yabancı oldukları bir hayata hemşehrilerinin yardımıyla tutunabileceklerini düşünüp rahatlamaktı. İşte o zamanlar mümkün mertebe kalabalık etkinlikler yaparak bu ihtiyacı gidermeye çalışmak derneklerin acil ve öncelikli göreviydi.

Köprünün altından çok sular aktı. Hâttâ Boğaz’da köprüler birdi, şimdi üç oldu. Herkes geldi, yerleşti, şehre bir şekilde tutundu. Hemşehrileriyle bir arada bulunmak tabii ki her zaman bir ihtiyaçtır ama bunu gidermek için mutlaka büyük organizasyonlar gerekmiyor artık. İstanbul’da yüzlerce dernek var ve bir Trabzonlu bu dernekleri çok uzaklarda aramıyor, dolayısıyla o 40-50 yıl önceki ihtiyacını rahatlıkla giderebiliyor. İhtiyaçlar listesi yazının başında sıraladığımız hale geldi. Bir STK da gerçek anlamda STK’cılık yapmak istiyorsa o ihtiyaçlara yönelik çalışmalar yapmalı. Ki, İstanbul’da sayısı yüzbinleri bulan hemşehri kitleniz size teveccüh göstersin. Yoksa bünyenizde 140 küsur derneğiniz olduğunu söyler de 70 kişiyle kongre düzenlersiniz, Bülent Şirin de bu ayıbı saklama tevekkelliğini bir daha yapmaz.

TDF ve dernekçilik hakkında söyleyeceklerimiz bitmedi ama yazı hayli uzadı. Kısmetse önümüzdeki günlerde başka yazılarla devam ederiz. 

Günün Diğer Haberleri