Burak Yılmaz ne demek istedi?
Advert

Burak Yılmaz ne demek istedi?

Trabzonspor iki cephede birden savaşmak zorundaydı: Bir yandan hukuk mücadelesi bir yandan da sahada oynayan takımın geleceğinin inşası. İkisi de olmazsa olmazdı bu mücadelelerin.

SPOR - TRABZONSPOR - 2017-08-06 15:57:40

“Taraftarlarımıza haddim olmayarak bir şey söylemek istiyorum. 2010-2011 senesiyle ilgili kavgamızı, savaşımızı, hak arayışımızı başkanımız gerekli mercilerde sonuna kadar savunuyordur. Buna eminim. Ama camia olarak 2010-2011’e takılı kalıp belki de diğer sezonları unuttuğumuz zamanlar olmuştur. Bunu çok net ve samimi olarak konuşmak gerekir. Camia olarak artık önümüze bakmamız lazım”

Bu cümleler, Burak Yılmaz’ın Trabzonspor’a yeniden imza attığı törende basın toplantısında söylediklerinin bir kısmı. Bana göre de en önemli kısmı. Bunları Burak Yılmaz’ın söylemesi ayrıca önemli, çünkü kendisi başka bir takıma gittikten sonra bile Trabzonsporluların duymak istediği cümleyi en net ve samimi bir şekilde telaffuz eden kişilerden biri.

Biz de 2011 sonrası dönemlerde Burak Yılmaz’ın anlatmaya çalıştığı gerçeği defaatle yazdık çizdik. Trabzonspor iki cephede birden savaşmak zorundaydı: Bir yandan hukuk mücadelesi bir yandan da sahada oynayan takımın geleceğinin inşası. İkisi de olmazsa olmazdı bu mücadelelerin. İlki hakkında ne yapılıp ne yapılmadığı, yeterli olup olmadığı çok tartışıldı, halen de tartışılıyor. Ancak ikincisi üzerinde pek durulmadı. Daha doğrusu, bu iki farklı cephenin birbirini nasıl etkilediği üzerinde fazla kafa yorulmadı.

Bakın, 2011’den bu yana altı yılı geride bıraktık. Şimdi gözbebeğimiz olan Yusuf Yazıcı 1997 doğumlu olduğuna göre o zaman 14 yaşındaydı. Kimse farkında değildi kendisinin. O zamanlar kimsenin farkında olmadığı birkaç tane Yusuf bulup çıkarsaydık takımın hal ve gidişi böyle mi olurdu?

Yapmadık. Doğrusunu söylemek gerekirse yapmayı pek de aklımızdan geçirmedik. “2010-11 şampiyonu Trabzonspor!” diyeni kahraman, demeyeni hain ilan ettik. Neredeyse bütün enerjimizi bu sloganı duymaya, söyleyenin söylemeyenin neden söyleyip neden söylemediğin tartışmalarına harcadık. Bunun şehevi cazibesi bize yetti de arttı bile. Bir önceki başkan Hacıosmanoğlu’nun Fenerbahçe stadı kapısında yaptığı “hareket” en aklı başında, en entelektüel (ve kendisine asla oy vermemiş ve vermeyecek olan) bir avukat taraftarımızın bile yüreğinin yağlarını eritmişti.

Burak’ın ifadeleri de, bizim meramımız da gayet açıktır. Kimse çıkıp da “Sen şimdi bizim davamızı ve mücadelemizi mi küçümsüyorsun?” diye böğürmesin. Mücadele varsa da bu yalnız açık alanda yapılan ya da yapılması planlanan muharebeyle kazanılmaz. Taktiği vardır, stratejisi vardır, cephe gerisi vardır, diplomatik tarafı vardır, kazanıldığı ya da kazanılmadığı takdirde sonrasında nasıl bir zihniyetle mücadeleye devam edilmesinin planlanması vardır. Vardır da vardır.

Ne durumdayız şimdi? Jack Nicholson’ın The Pledge filminin son sahnesinde düştüğü durumdan pek farklı değil. Neyse ki bizim film daha bitmedi. Katili adalete teslim edemesek bile iyileşme umudumuz var. Allah tez zamanda şifamızı versin. 

DİĞER HABERLER