Trabzonspor dergisinin kısa ve acıklı hikâyesi
Bülent Şirin

Trabzonspor dergisinin kısa ve acıklı hikâyesi

Advert

Dergi ilk kez 2003’te yayınlanmaya başladı. Bülent Gürkan yönetiminde üç yıl boyunca düzenli ve sürekli çıkan dergi, Nuri Albayrak’ın başkanlığı döneminde kulüp bünyesine alındı ve orada hazırlanmaya devam etti. 2015 yılına kadar. Sonrasına birazdan gireceğiz.

2006’dan sonraki dokuz sene boyunca dergi asla ilk üç yıl gibi olmadı. Sürekli kan kaybetti. Bunları söylerken, son dönemde tek başına canhıraş bir gayret sergileyerek elinden gelenin en iyisini yapan Serdal Şahin dostumuzun emeklerini görmezden gelmek haksızlık olur. Tek kişiyle dergi filan çıkmaz, Serdal bir kişinin yapabileceğinin çok fazlasını yapmıştı.

2014’ün son günleriydi; Bülent Gürkan beni aradı ve dergiyi çıkarma görevinin yeniden kendisine verildiğini ve benim de kadronun içinde olmamı istediğini söyledi. Nasıl sevindim anlatamam. Hem derginin kurucusu ve altın çağının mimarı, dergicilikte tam bir duayen olan Bülent Gürkan yeniden dümene geçiyordu hem de ben kulübümün dergisine katkı yapmak onuruna kavuşacaktım. 13 ay boyunca dergi her ay, tam zamanında çıktı. İmkânlar ölçüsünde ve şartlar dâhilinde en iyisini yapmaya çalıştık. Sonra Trabzonspor’dan bir telefon geldi. Birkaç ay önce kongre olmuş ve yönetim değişmişti, yeni yönetim de derginin tekrar kulüp bünyesinde çıkarılmasını irade etmişti. Kulüpten gelen ses bana da “Göreve devam et” minvalinde bir şey söylemişti. Yeni yönetim dijital medya sevdalısıydı, şu cep telefonunu göstererek “Artık her şey burada abi” diyen zihniyete sahipti ve anlaşılan geleneksel usulleri terk etmeye hazırlanıyordu. Bu da derginin kâğıt baskısının yavaş ve acılı bir ölüme terk edilmesi demekti. Edildi de. Dergi elektronik ortamda hazırlanmaya başlandı, e-dergiye aboneler yapıldı, fakat tutmadı. Günlük gazetede kabul gören dijital medya, dergi kavramına yabancı gelmişti, bünyesi kabul etmemişti. (Buraya kısa bir not düşelim: E-dergi hiçbir alanda tutmadı, çünkü e-dergi denen kavram tablet bilgisayarın kullanımının yaygınlaşacağı varsayımıyla vücut bulmuştu. Fakat tablet yaygınlaşmadı, büyük çoğunluk internete cep telefonundan girmeye başladı, cep telefonundan da gazete ve haber siteleri okunurken o fast-food ortamda kimsecikler dergiye bakmadı. Dergi okuru dergiyi yine kâğıt baskıdan okumaya devam etti)

Bütün bunlar olup biterken, daha dergiyi Bülent Gürkan’ın hazırladığı 13 aylık zaman diliminde aklıma dergi için abone ve reklam çalışması yapmak geldi. Dergi çok ama çok ihmal edilmişti, düzenli ve sürekli çık(arıl)ması bir yana abone sayısı ve reklam durumu içler acısı vaziyetteydi. Hâlbuki düzgün bir çalışmayla abone sayısı da hızla artırılabilirdi, reklam da alınabilirdi. Bu sayede hem kulübün görünen yüzü ve arşivi olan dergi Trabzonspor’a yakışan bir hüviyete kavuşurdu hem de kulübe hatırı sayılır bir gelir kazandırırdı.

Ben bu işe talip oldum. Yaklaşık 10 yıldır İstanbul’da Trabzon gazeteciliği yapıyordum, İstanbul’daki koca Trabzon’un ana dinamiklerinin çoğuyla iyi ilişkilerim vardı. Ayıptır söylemesi, bizim gıyabımızda “Bülent Şirin varsa sorun yoktur” cümlesi sarf ediliyordu.

Kulübe makul bir teklif yaptık. (Bu dediğimiz İbrahim Hacıosmanoğlu döneminde oluyor, kronolojiyi karıştırmayalım) Kulüpten red cevabı geldi. Daha doğrusu, bizim rakamlar komik bile denemeyecek seviyelere düşürüldü ve “Bu şartlarda çalışıyorsan çalış” denildi. Bu diplomatik bir dille “hayır” demekti. Biz de vazgeçtik.

Aradan aylar geçti. Bu arada yönetim değişti, dergi tekrar kulübe döndü, yukarıda açıkladığım süreç işlemeye başladı. Yani dijital medyaya dönme tavrı, kâğıt baskının ölüme terk edilmesi süreci. Bir gün kulüpten bir yetkili beni aradı ve İstanbul’daki aktif hemşehri derneklerinin iletişim bilgilerini istedi. Kombine kampanyası için. 10 yılda biriktirdiğim bilgileri hiç düşünmeden seve seve kulübümün emrine verdim. O görüşme esnasında telefonun ucundaki sese derginin akıbetini sordum ve önceki yönetime yaptığım teklifi hatırlattım. Yetkili arkadaş “Yine yaparız, gel de konuşalım” dedi. Benim gitmeye fırsatım olmadı, ancak oradan bir teklif geldi. Bu seferki komik değil trajik bir teklifti. Kabul edilecek gibi değildi, zaten kabul etmeyeyim diye edilmişti sanırım. Acı acı gülümseme hakkımı kullandım.

O an durup düşündüm: Anlaşılan bir irade kulübe yaklaşmamı istemiyordu, zaten yaklaşmak da her halükarda problemliydi. Kulüple çalışmak ve kulüpte çalışmak her zaman sıkıntılı meseleydi. Çalıştığınız birimi dünya standartlarına bile getirseniz, oradaki varlığınızın sona ermesi bir telefona bakıyordu. Alacağınız falan kalırsa da istemek haddinize değildi. Kulüp zor durumdayken para mı istenirdi? Atarlardı sizi tuzu kuru taraftarın önüne, gününüzü görürdünüz. Taraftar için Erzurum arpalık, Sivas buğdaylıktı nasıl olsa. Herkes varını yoğunu, elini kolunu, çoluğunu çocuğunu kulübüne feda etmek durumundayken, çalışıp da helalinden kazanıp ve kazandırıp rızkınızı temin etmek kimin aklına gelirdi? Bir anda tükürük hokkasına çevirirlerdi sizi. Tabii bu arada birileri kulübe futbolcu alır getirir, milyonları götürür, kimse kimseden hesabını sormazdı. Onlar için geçerli değildi bütün bunlar.

Kulüple çalışmak-kulüpte çalışmak defterini o an kapattım. Ne yapsanız olmayacaktı çünkü. Ama hikâye burada bitmedi.

Kendime ait bir haber sitem vardı. Derken bir de baktım, karakolda ifade veriyorum. Niye? Kulüple problemi olan bir adamla röportaj yaptım, onun söylediklerini yazdım diye. Adamın dedikleri suçmuş, ben de yayınladığım için sorumlu oluyormuşum.

Türk adaleti beni mahkemeye çağırmaya gerek görmedi, sanırım şikâyetçi olan irade de baştan bunu biliyordu ama maksat başkaydı ve ben de mesajı almıştım. Sessiz sedasız kendi işimi yapmaya koyuldum.

Peki... Dergi ne durumda şimdi? Son iki sayı zamanında çıktı şükürler olsun. Bir de pazarlama şirketiyle anlaşmışlar, şirket kulüp üyelerini arıyor ve bir teklif paketi sunuyormuş. Nasıl bir teklif bu? “On tane dergi abonesi ol, birini sana gönderelim gerisini köy ilkokullarına. Senin de dergiye fotoğrafını basalım” Kimine 900 lira diyorlarmış, kimine 1000 lira. Kabul etmezse “600 olur mu, 500 olur mu?” Kabul edene de dergi sayısını 20’ye, fiyatını da daha yüksek rakamlara çıkaran yeni teklifler sunuyorlarmış. Bunlar bana anlatılan yaşanmış hikâyeler.

Böyle şey olmaz. Hiç mi pazar araştırması yapmamış bu profesyonel şirket? Hedef kitlenin özellikleri hakkında hiç mi fikir sahibi olmamış? Bu şirketle hangi şartlarda anlaşma yapılmış acaba?

Hiç gerek yoktu bunlara. Kulüpte bir ya da birkaç çalışanı görevlendireceklerdi, önüne üye listesini koyacaklardı. Onlar da tek tek arayıp derginin yıllık abone bedeli neyse onu söyleyip abonelik yoluyla kulübe katkı yapmalarını isteyeceklerdi. Kimi küfreder kapatırdı, kimi nasihat verirdi, ancak yeter sayıda kişi “Tamam, gönder gelsin” derdi. Bu da derginin kendini döndürmesine, hâttâ kulübe para kazandırmasına yetecekti. İlerleyen zamanlarda (tabii derginin düzenli ve sürekli yayınlanmasını da temin etmek şartıyla) abone sayısı da reklam miktarı da çok iyi rakamlara çıkartılabilir, dergiden kulübe gayet yakışıklı bir gelir temini sağlanabilirdi.

Di”li geçmiş zaman kipi kullanıyorum ama iş işten geçmiş değil. Yine yapılabilir, çok da güzel yapılabilir. Ama kim yapacak, nasıl yapacak bilmiyorum. Kulübün üst iradesi Trabzon’dan ağlaya ağlaya giden ve sonra ileri geri konuşan futbolcuyu cümle âlemin gözü önünde bir daha alıp, birkaç ay sonra yine gönderiyorsa bu işler nasıl olacak hiç bilmiyorum.

Gördüğünüz gibi bünyeden biyopsi için aldığımız bu parça da habis çıktı. Velhasıl, hastanın durumu pek parlak görünmüyor. Kulübün kurtulacağına dair umutlar yavaş yavaş azalıyor. Pekâlâ, ne olur bu gidişin sonu? Çare, kulübün satılmasıdır. Kısmetse ilerleyen günlerde bir yazıda onu da tartışırız.

DİĞER YAZILAR
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg