Nereden geldin yaşım?

Daha eleğimiz duvarda,

Unumuz çuvalda,

Yarım asrı çoktan devirmiş olsak da;

Şükür başımız dimdik ayakta…

Akılsız kafamız, yükümüz omzumuzda,

Aşacak yollarımız, önümüzde, yanımızda;

Seni anlamayanlar sessizce uzaklaşsa da;

Nereden geldin yaşım?

Oldun gözümde yaşım…

 

Kalmış şurada bir yudumluk ömür;

İdealler, hayaller, ülküler solgun;

Geri dönsen yük treni kalkmış;

İleri koşsak diziler yorgun;

Köpüklü akan dereler artık durgun;

Rüzgâr meltem misali;

Sulamadığın çiçekler solsa da;

Nereden geldin yaşım?

 

Bizim dağlar hep mi dumanlı olur?

Saçı, dişi dökülmeyen kalmış mı halâ?

Boş boş konuşan kalabalıklar;

İçtiğin şekersiz çay;

Canın terkedilmiş bir köy ister;

Buğu tutmuş eski bir pencereden bakarsın;

Yaprağı sararmış bağlara, ormanlara…

Vazgeçtiklerin birer birer kaybolsa da;

Sen nereden geldin yaşım?

 

Solmuş çiçekler var her yerde;

Hepsinin boynu bükük sapına;

Eğer karar verirsin ihtiyarladığına;

İşte o zaman yaşlanırsın, kusura bakma.

Dağa tırmanmak gibisin sen;

Bin bir emekle çıktığın zirvede;

Çok yorgun olursun, ama bakış açın deryada;

Aranmayanlar tek tek unutulsa da;

Nereden geldin be yaşım?

 

Madem geldin, gir de gönlüme bak;

Ruhumla konuş hayallerimi;

İncitmeden sor çocukluğumu;

Asıl onu nasıl alacaksın benden?

Yüzümdeki çizgilerle;

Saçımdaki ak, dizimdeki dermanla;

Sakladım onu ben;

Şimdi nereden çıktın sen?